Ne zaman seyahat etsem, sanki ruhum bildiği yerleri yeniden ziyaret ediyor gibi hissederim. Hem hatırlar, hem keşfeder, doğanın ve yolların bana verdiği bilmeceleri keyifle çözerim.
Geçen gün kaya mezarlığını gezerken kızım bana ‘Anne senin buraya neden geldiğini biliyorum’ dedi.
‘Neden?’
‘Bence senin köklerin burada.’
Gülümsedim.
Burada olduğumuza göre vardır elbet Rabb`imin bir bildiği, gözümün görmediği ama kalbimin görüp bildiği.
Gezimizin son günü, Hıdırbey köyündeyiz, Musa ağacının olduğu yerde, bakın ne güzel bir hikayesi var Musa ağacının.
“Hıdırbey köyünün merkezinde bulunan devasa bir çınar ağacı. Hz. Hıdır ve Hz. Musa denizden çıkarlar ve birlikte Hıdırbey köyüne gelirler. Hz. Musa asasını su kenarına koyar ve buradan su içer. Daha sonra yoluna devam ederek kendi adı ile bilenen Musa Dağı`na çıkar. Döndüğünde asasının yeşerdiğini görür. İşte o ağaç, bu çınar ağacıdır.”
Elbette bu güzel yerden Ankara gazozu içmeden ayrılmak olmazdı. Gazozu içerken bir yandan akarsuyu izliyordum. Su ne kadar berrak ve temizdi. Somon balıklarını gördüm. Öylece suyun içinde hareketsiz duruyorlardı. Akıntının tam tersi. `Neden kendini akışa bırakmıyor?` diye düşündüm. `Neden, terse doğru yüzüyor?` merak ettim araştırdım.
Bakın ne buldum;
Soman balıkları akarsuda dünyaya gelirlermiş, sonra akıntıya kendilerini bırakır ve hayatı keşfetmek için denize ulaşırlarmış. Olgunlaştıklarında tekrar yuvaya, doğdukları yere dönerlermiş. Bu dönüş yolu oldukça uzun zaman alırmış. Yol uzun, aşılması gereken çok engel olurmuş. Ama somon balıkları azimle yola devam edermiş. Somon balıkları tek seferde doğduğu akarsuyun denize olan çıkış noktasını bulurmuş. Daha önce onları denize ulaştıran su şimdi önlerinde bir engel olurmuş. Suyun tersine yüzmek ve akıntıyı aşmak zorundalarmış. Bunun için zaman zaman akıntının üzerinden atlarlarmış. Bizim gülümseyerek baktığımız, dışarıdan oyun gibi gördüğümüz bu durum yuvaya ulaşma için bir yolmuş.
Bazen sığ sularda onları avlamak isteyen hayvanlarla mücadele ederlermiş. Pek çok kola ayrılan akarsuda kendi yollarını bulmak zorundalarmış.
Pek çok seçeneğin içinde kendi yolunu keşfetmek...
Üstelik hata yapmadan bu seçimi yapıyorlar. Tek seferde!
Biliyorum daha önce de yazdım, yine belirtmek isterim. Ellerinde bir harita yok, pusula yok. Sadece yaratılışında ona verilenleri hatırlıyor. İçindeki güce inancı tam. Ona, o gücü verene hamd ediyor. (Burada yazar bir somon balığı olmuş kendi duygularını yazmaktadır. :-) )
Somon balıkları dönüş yolculuğunda hafızalarına güvenirmiş. Kokular onlara rehberlik edermiş. Çünkü her akıntının kendine has kokusu varmış. İşte o koku doğru seçimi yapmalarını sağlarmış.
Somon balıklarının hikayesi beni çok etkiledi. Akıntının tersine yüzerken aslında kendilerini yaratılışlarının akışına bırakıyorlar.
Eksiksiz ve bütün. Tam bir teslimiyet ve güven içinde.
Peki biz, akıntının tersine yüzüyor muyuz?
Farklı bir şekilde soracak olursam, yaratılışımıza uygun yaşıyor muyuz?
Tekamül denen bu yolculukta somon balığının gösterdiği cesareti gösterip risk alıyor muyuz?
Neden büyüsüne kapılmaz somon balığı okyanusun?
İnsan neden büyüsüne kapılır dünyanın?
Vazgeçer dönüş yolculuğundan ?
Takılıp kalır sahip olduklarına üstelik hepsi geçiciyken?
Oysa ne güzeldir soman balığı gibi olmak. Akıntının tersine yüzerek, Rabb`imizin kokusunu hissederek, nefesini takip ederek, aşıp bütün zorlukları yine yeniden O`na kavuşmak.
Demek ki rabbimiz yarattığı her şeye yaratılışlarının gerektirdiği gücü de veriyor. Ne mutlu kabul edene. Ne mutlu denizde olsa bile döneceği yeri bilene. Ne mutlu bırakıp geri dönmeyi başaranlara.
Tüm kalbimle inandığım bir şey var, Yol`da Ol`anın her şeyi yolunda oluyor, yeter ki Elif`te kalsın.