Arı Olmak

Doğaya baktığımda yaratılmış olan her şeyde bir mana görüyorum. İnanılmaz çeşitlilik ve her çeşitliliğin kendi içindeki sonsuz zenginlik; taş, dağ, toprak, kuşlar, her şey ama her şey kendi içinde bir alem. Alem, alemler içinde.

Ve insan. Bir olandan, yeryüzünde farklı dil, din, ırkta yaratılmış insanlar.

Bu çeşitlilik içindeki manayı görebilmek ve barış birlik içinde yaşamak.

Damla olduğunu düşünmek değil de okyanusta bir zerre olduğunu kavramak. Sonuçta damla buhar olur gider, okyanustaki zerre öyle mi? Her daim okyanusta. Geçmiş, şimdi ve gelecekte. Ne güzel bir güven duygusu.

Doğa pek çok şey öğretiyor bana. Bazen bir deneyim, bazen bir merak, beni öğrenmeye itiyor. Öğrendiğim her şey kendi hayatım için güzel bir rehberlik yapıyor. Sonra anlıyorsunuz yaşam insan için her zaman kolay kılınmıştır. Yeter ki yaratılmış olanın neden yaratıldığının manasını anlamaya, idrak etmeye çalışalım. Aslında yaratılmış olan her şey Rabb’in kula kelamıdır.

Kızımla gittiğimiz bir yaz tatilinde yengeçlerin art arda oltaya yakalandıklarını görmüştük. Şaşırmıştım. İçimden ‘hiç mi tekamül etmiyorlar, göz göre göre yakalanıyorlar’ demiştim. Otele döndüğümde ilk işim yengeçleri araştırmak olmuştu. Gövdeleri o kadar küçük ki bütün organları neredeyse kafalarına yakın bir yere ‘ee tabi hayvan ne yapacağını şaşıyor’ demiştim. Bu hikayeyi aileme, dostlarıma ve zaman zaman eğitimlerim sırasında hala anlatırım. Yengecin yemek mi yiyeyim, kaçayım mı yoksa durayım mı, orası mı burası mı derken oltaya yakalanıvermesini, kararsızlıkları nedeniyle nefs oltasına yakalanan insanlara benzetirim. Kaygı, karışıklık, korku, onu mu yapayım bunu mu yapayım o mu doğru bu mu doğru derken tak diye nefse düşen insanoğlu. Bana yengeçler kararlı olmayı öğretti, kafa karışıklığının, duygusal karışıklığın bizi tuzaklara nasıl düşüreceğini. Somon balıkları da var tabi rehberlerim arasında ama onu başka bir yazıda anlatırım sizlere, o apayrı bir öğreti benim için.

Arıların dünya üzerindeki yaşamda biyolojik düzlemde ne kadar önemli olduğunu, arıların nesli tükenirse dünyanın tükeneceğini biliyoruz. Hatta sayılarla açıklamak gerekirse, araştırmalar dünyada gıda maddelerinin %90’ı 82 çeşit bitkiden elde edilir ve bunların %77’si arılar tarafından döllenmeye muhtaçtır. Arıların ekolojik katkıları çiçeklerin döllenmesi, erkek ve dişi çiçek organlarında gerçekleştirdikleri polen taşıma konusundaki katkıları üzerinden gerçekleşmektedir. Öyle ki arıların dölleme işlemine ihtiyaç duymayan bitki sayısı son derece sınırlıdır. Yani yaşamın devamı için arıların önemi kaçınılmaz. İşin bu kısmı değil anlatacağım. O yüzden biyoloji dersinden çıkıyorum.

Beni onların yaşam şekli etkiliyor, balı üretirken kat ettikleri mesafe bıkmadan usanmadan çalışmaları, iletişim becerileri (çünkü hiçbir arı kovanının yerini unutmuyor hatta o kovanda balını hangi peteğe koyacağını asla ama asla karışmıyor). Savunma mekanizmaları, örnek yardımlaşmaları. Hepsi muazzam derece de beni etkiliyor.

Elbette düşünüyorum, biz insanlar bu becerilere, özelliklere sahip miyiz?

Şükürle mi çalışıyoruz şikayet ile mi?

Rabb’in verdiği nasip ile mutlu muyuz yoksa gözümüz diğer kovanlarda mı?

Hiçbir arı kendi kovanını bırakmaz, bunun balı az onunki çok bunun tadı güzel onunki acı diye arkasını dönüp gitmez!

Peki biz bu topraklarda yaşayıp kendi değerlerimize sahip çıkıyor muyuz? Kovanımıza şükrediyor muyuz?

Omuz omuza verdiğimiz kişileri, bize yardım eden kişileri anıyor muyuz?

Allah razı olsun diyor muyuz?

Her arı, o gün ona verilen nasibini getirir kovana. Azlık çokluk tartışması olmaz. Olan olmayana yardım eder, birlik vardır. Az olan çoktur şükürde olan için, çok olan azdır nefse düşen için.

Allah tabii ki herkesin nasibini verir. Kul kula aracı ise bizler yardım eli uzatıyor muyuz birbirimize yoksa ahkam kesip ‘Allah versin’ mi diyoruz? Allah’ın verip vermeyeceğinden kuşkuya düşerek ya da Rabb’imize ne yapması gerektiğini söyleyerek kullukta haddimizi aşıyor ve insanlıkta kolaya mı kaçıyoruz?

Kulun kendi sınavı, onu gören duyan kul için de sınav değil midir?

Arı gibi olmak birlik içinde, doğruluk ile hareket etmektir.

Arı gibi olmak saf karışıksız olmaktır. Arı gibi olmak ar olmaktır. Arı gibi olmak Arı gibi her daim Rabb’i zikretmektir.

Arıların en büyük özelliği öleceğini bildiği halde eğer kendisi için asla değil, kovanını korumak kovanına zarar gelmemesi için iğnesini kullanmakta bir an bile tereddüt etmemesidir.

Peki biz ölmeden önce ölebiliyor muyuz? Nefsin ölümünü burada gerçekleştirip kendi kıyamımızı göze alabiliyor muyuz?

Bütünün hayrına kararlar alabiliyor muyuz?

Zarar ziyan hesabını kendimiz değil de kovanımız için yapabiliyor muyuz?

Yeryüzünde hiç bir arı kendisi için bir başkasına zarar vermez, o ancak kovanı için bu fedakarlığı gözünü kırpmadan alır. Peki biz?

Elbette burada bahsettiğim ölüm nefsin ölümü, korku, kaygı, güvensizlik, şüphe içinde olmamızı sağlayan davranışları terk etmek.

Kaçımız terk edebiliyoruz?

Kaçımız bir niyette bulunurken kendi çıkarlarımızdan önce herkesin, bütünün hayrına diyebiliyoruz?

Bu bilgiler ışığında toplumsal olarak geldiğimiz noktada bu karışıklık, bu bölünme. İşte hepsine sebep ölümü göze almamamız, doğruluk ve sadakat ile kovanımıza sahip çıkmamamız.

Şimdi anlıyorum arılar dünyevi yaşamda neden bu kadar önemliler, onların tükenmesi hakkaniyetin, sadakatin tükenmesi demek. Yaşamın bu değerler olmadan devam edebilmesi mümkün değil.

Şimdi anlıyorum arıların ürettiği bala sadece bala hiçbir hilenin yalanın karışmayacağı karıştırılsa bile hemen neden ortaya çıkacağını.

Çünkü sadakatin, sevginin, hakkaniyetin, fedakarlığın olduğu ve her daim Allah’ın rızasının gözetildiği bir yaşamda barışın, sevginin bitmesi söz konusu değil.

Biterse vay halimize…

Sorularınız

İLETİŞİM

Telefon: 0536 733 26 91
E-posta: [email protected]
Whatsapp: 0536 733 26 91
Form: İletişim formu

KATILIMCI YORUMLARI

Işık Elçi Akademi © 2004 - 2024, Ataşehir, İstanbul 0536 733 26 91